Akif Emre’ye göre mimarlık en ideolojik meslektir
Elif Ateş, Akif Emre’nin 28 Nisan 2017’de Kayseri BÜSAM’da şehir ve mekan üzerine yaptığı konuşmayı özetleyerek can alıcı noktalarına dikkat çekti.
28 Nisan 2017 tarihinde Kayseri’de BÜSAM’ın öncülük ettiği “Mekan ve İnsan” seminerlerinde rahmetli Akif Emre de bir değerlendirme konuşması gerçekleştirmiş. Mimariyle ilgili olmasına karşın Akif Emre bu konuşmasında bizi mana âleminde uzun bir yolculuğa çıkartıyor.
Mekan üzerine farklı okumalar yapabilen, farklı bakabilen, faklı hisseden ve hissettiğini okura hissettirebilen isimdir Akif Emre. Geniş bakış açısıyla, engin ufkuyla uyandırdığı derin manaların etkisi ile yerde rast gele gördüğümüz bir taşa başka türlü bakmayı öğretir bize. O taş belki eskiden ibadet edilen mabedin bir parçasıydı. Belki şehri temsil eden bir esere aitti. Belki tarihimizi yansıtan bir köprünün ya da içinde ömrümüzü geçirdiğimiz evin duvarından düşmüştü. Belki de dünya hayatında varlığımızın temsili olan bir hece taşıydı. Kısacası konuşmayı dinledikçe bende yarattığı bu hissiyat ile kendimi derinlere dalmaktan alamadığımı itiraf etmeliyim. Benim için Akif Emre, eşya ile anlamlı bir bağ kurmamı sağlayan bir rehberdir.
Akif Emre, notlarına elinden geldikçe uymaya çalışacağını belirterek şu sorularla başlıyor konuşmasına:
1. Sosyal bilimci var mı?
2. Mühendis var mı?
3. Mimar var mı?
Çünkü bu sorular yapacağı konuşmanın temel taşlarıdır. “Günümüz şartlarında mekan ve insanı ele alırsak yaklaşık on veya on beş yıldır şehir dergilerin yaygınlaştığını hepimiz biliriz. Yapılan çalışmalar nedir, bize neyi çağrıştırır veya nasıl olmalı konusunda pek de konuya hakim değiliz. Ortada bir emek olmadığını iddia edemeyiz ama bizi asıl amaca mı yönlendiriyor yoksa bir dergi, kitap yığını?” Akif Emre söz konusu yayınların gösteriş için mi yoksa nostalji için mi yapıldığını sorguluyor ve şehrin bize neyi hatırlattığını soruyor.
Şehir aidiyetlerimizi ve değerlerimizi hatırlatır
Akif Emre’ye göre şehir aidiyetimizi, kimliğimizi ve değer yargılarımızı hatırlatır. İnsan şehri şekillendirdiği gibi şehir de insanı şekillendirir. Bu noktada nostalji ve hatırlamanın aynı şeyler olmadığına dikkat çekiyor. Nostalji geçmişe takılıp kalmaktır, hatırlamak ise geçmişte var olan birikimleri günümüze taşımaktır. İçinde bulunduğumuz modern zamanın rehavetine kapılıp geçmişe nostaljik olarak bakarsak o zaman değer yargılarımız bizim için sadece müze materyali olmaktan öteye gidemez. Aslında Akif Emre’nin tek endişesi budur.
Akif Emre konuşmasının başında salondakiler arasında mimar olup olmadığını sormuştu. Çünkü kendisine göre mimarlık en ideolojik meslektir. Çünkü bir mimar masa başında yaptığı bir çizimle insan hayatına dokunabilmektedir. Muhtevası bu denli derin olan bir mesleğe bizim, içinde bulunduğumuz mevcut durumun gerekliliğine göre sadece iş olarak bakıyor olmamız modern çağın dramıdır ona göre.
Değer yargılarımız, şehre aidiyetten gelir, diyen Akif Emre can alıcı bir soru soruyor. “Peki biz ülke olarak bunları ne zaman kaybetmeye başladık? Değer yargılarımızı ne zaman sarsıntıya uğrattık.” Bu sorunun ortaya çıkışının Tanzimat’a kadar götürülebileceğini söyleyerek özellikle Batılaşma ve modernleşmeye öncülük eden aydınlarımızın da bundan sorumlu olduğunu söylüyor. Bir şeyleri düzeltmek adına değer yargılarımızdan taviz vere vere aidiyetimizi nasıl kaybettiğimizi resmeden bir tablodur bu.
Kendi dönemlerinde park ve bulvarların hayata geçirilmesiyle şehir düzenine ilk müdahale eden İttihatçılar olmuşlardır. Bu süreç Cumhuriyet döneminde de canhıraş bir şekilde devam eder. Alfabe değişikliğiyle bir gecede toplumun Batı medeniyetine dahil olabileceğini düşünen bu zihniyet, bazı hamlelerle şehirleri de Batılı şehirlere benzetebileceğini düşünüyordu. Bu amaç doğrultusunda yapılması gereken şey, sembolik değerleri olanlardan başlamak kaydıyla, eskiye dair ne varsa ortadan kaldırmaktır. Yakın tarihimiz boyunca şehirleri Batılılaştırmak adına binlerce yıllık birikimin izlerini taşıyan eserlerin yok edildiğine şahit olduk.
Şehir nedir, nasıl kurulur?
Konuşmasının devamında “Şehir nedir? Nasıl kurulur? Şehir ile inanç ilişkisi nedir?” sorularını soran Akif Emre’ye göre aile ilişkilerinden toplumsal ilişkilere kadar bir toplumun hukuk kuralları, değerleri, ekonomisi, üretim şekli ecdadın çözüm yöntemine bakılarak sorgulanmalıdır. Elbette ecdadın yaptığını birebir bugüne taşımak mümkün değildir; çünkü çağın şartları ve yöntemleri farklıdır. Ancak geçmişi yok sayarak yola devam etmek bizi kalıcı bir çözüme götürmez.
Akif Emre şehir ile inanç ilişkisini sorguluyor ayrıca. Derin bir konu şüphesiz. Osmanlı döneminden kalan eserlere baktığımızda ibadethanelerin yerleşim yerlerinin inanç ile ilişkisini anlayabiliriz. Ki o zaman konunun ehemmiyeti omuzlarımıza dağ olup oturuyor. Ona göre bugün neyin eksik olduğunu anlamak için basit bir karşılaştırma yeterli: “Bir şehir merkezinde ilk odak noktamız büyük alışveriş merkezlerinin olması bizim ecdatla aynı endişeleri taşımadığımızın göstergesi değil midir?”
Şehir ve mekan konusunda son derece hassas olan Akif Emre, medeniyet bakış açısının önemini ise şu sözlerle ifade ediyor: “Medeniyeti oluşturan değer yargıları vardır. Bunlar sadece estetik form ve geçmişi açıklamaktan ibaret değildir. Birkaç ebru sergisi açmakla medeniyet inşa ettiğini var saymak romantik ve nostaljik bir söylemdir. Nostaljiyi aşarak içinde bulunduğumuz hayatın dinamiklerine uygun şekilde şehirle temasa geçmeliyiz.”
Elif Ateş
Kaynak:
https://www.dunyabizim.com/etkinlik/akif-emreye-gore-mimarlik-en-ideolojik-meslektir-h40979.html